Menü
Navigasyon
🔐
Giriş Yap
Hesabınıza giriş yapın
Tema

Bir Kavram Olarak "Kavram"

Gürkan Kırkımcı16.11.2025 • 5 dk

Bu metin en genel anlamda başka metinlerde işleyeceğim konu başlıklarının temelini oluşturmaktadır. Yapmakta olduğum şey, bizlerin hali hazırda yaşam içerisinde bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız "kavramların" tekrardan gözden geçirildiğinde aslında onlar hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğumuz ve aynı zamanda bu konularda bu denli az bilgimiz olmasına rağmen hayatımızı nasıl bu kavramların üzerlerine kurduğumuz hakkında olacaktır. O halde daha fazla uzatmadan yazıya giriş yapalım.

Kavram en genel itibariyle bir olayın, bir nesnenin veya bir durumun zihnimizde tasarladığımız halidir. Tasarım diyorum çünkü kavram, hali hazırda bir gerçeklik değil, gerçekliği daha iyi algılayabilmemiz adına üretmiş olduğumuz bir zihinsel faaliyettir. Peki kavram ne işe yarar? Kavram, insanoğlunu yaşamın kaotik işleyişinde(keza bu kaotiklik bize dairdir, çünkü biz henüz evrenin bu işleyişinde bir düzen görememiş ve anlamlandıramamışızdır.) bir sınır ve düzen oluşturarak varolanları daha duru ve daha tekil göstermeye çalışır. Peki asıl soru neden buna ihtiyacımız vardır, neden insan olanı olduğu gibi göremez veya neden olanları kendi sistemleri içerisinde kabul etmek yerine onları kendi zihinlerinin süzgeçinden geçirdikten sonra kabul etmeye çalışır? Bu soruya verilecek elbette bir çok farklı cevap mevcuttur. Kimileri insanın yaratılışında bu özellik olduğunu, kimileri insanın evrimsel sürecinde zihnin gördüklerini idrak edebilmesi ve onu kullanabilmesi için zihnin zamanla böyle evrimleştiğini, kimileri ise bu durumun aslında tüm canlılarda mevcut olduğunu insanın bu durumu diğer canlılardan farklı olarak sözle veya yazıyla aktarabilmesi ve geliştirebilmesi açısından diğer canlılardan farklı olduğunu öne sürer. Fakat hangi cevabı ele alırsak alalım yine de bizlere şu sorunun cevabını tam olarak veremez. Bizler bir şeyleri kavramadan yani kendi süzgeçimizden geçirmeden öğrenebilir miyiz? Öyle bir öğrenme şekli var mıdır ki bizleri olanı kendi olduğu gibi içselleştirsin ve anlamlandırsın. İşte bu soru hemen hemen insanlık tarihinin tamamını içermektedir. Çünkü insanlık tarihi aslında bir cevap arama ve bulma tarihidir. Kimileri bu cevapları Tanrıda, kimileri savaşta, kimileri özgürlükte, kimileri düşüncede, kimileri bireyde, kimileri ise sanatta, bilimde veya felsefede aradı. Fakat arayışın hepsinde ortak bir özellik varsa o da bizlerin hep bir "birlik" arayışı içerisinde olduğumuzdur. İnsanoğlu yaşamı boyunca çoğunluğu bire indirmeye çalışarak ona zihninde bir düzen bir imge haline getirmiştir. İnsanoğlunun bu özelliği ilk etapta büyüleyici ve hatta belki de havalı gözükebilir. Ama her şey de olduğu gibi kavramın ve insanoğlunun kavrama yaklaşımının da negatif yönleri vardır. İlk başta dediğimiz gibi kavram, gerçekliği daha iyi kavrayabilmek ve onu daha anlayabilmek adına üretmiş olduğumuz zihinsel bir faaliyet demiştik. Fakat kavramın bu işleyişi bazen kendi kendi özünden sapabilmektedir. Çünkü kavram, bir olayı olduğu gibi algılayamadığımız için ona yeni anlamlar ve yeni değerler ürettiğinden, onu bazen olduğundan daha farklı, hatta bazen de hiç olmadığı gibi görmemize sebebiyet verebilir. Örnek vermek gerekirse eski zamanlarda insanoğlu yukarıdan gelen bir ışığın ve sesin onlarda uyandırdığı korku ve merak yüzünden ona cevap bulması gerektiğini düşündü. Bu elbette insanlık tarihi için önemli bir konuydu. Çünkü ne olduğunu bilmediği ve kendi oluşturduğu düzene sorun teşkil edebilecek olan bu şeye cevap bulması(yani kavrayabilmesi) ve tekrardan kendi yaşamına devam edebilmesi gerekiyordu. İşte tam bu noktada insanoğlu diğer canlılardan farklı olarak bir şey yaptı. Varolan gerçeklikten yola çıkarak, gerçekliğin içinde bir gerçeklik yarattı. Bu elbette hepimizin bildiği Yunan Tanrısı Zeus'tan başka biri değildi. O zamanlarda Zeus ne kadar da bir Tanrı, yaratıcı veya mutlak güç olarak bakılsa dahi, şimdiki zamandan bakıldığında anlıyoruz ki aslında Zeus, insanın olana dair hayal gücüne dayalı bir saptamadan başka bir şey değildi. Evet insanoğlu bir kavram üretmişti ve bu kavram onlara belki de gerçekliği daha yaşanılabilir ve daha düzenli hale getirmiş olabilirdi. Ama aynı zamanda başka bir şey daha yapmıştı. O da gerçekliği saptırmaktı. İşte insanoğlunun diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği buydu. O yaşamış olduğu dünyayı olduğu gibi değil, algılayabildiği gibi bazen de istediği gibi algılayabilmek adına gerçekliğin dışına çıkıp kendi gerçekliğini yaratabiliyordu. Keza bu insanların sadece "eskiden" yapmış olduğu bir şey olarak algılanmasını istemem. Çünkü bizler de şuanda tıpkı Yunanların yaratmış olduğu Zeus gibi kavramlar üreterek gerçekliğin dışına çıkmakta ve onu olduğundan daha farklı hale getirmekteyiz. Örnek vermek gerekirse felsefi bir savın veya edebi bir kuramın bu yaptığımız eylemin sonucundan pek de farklı sonuçlar doğurmadığını görebiliriz. Örneğin felsefe tarihindeki neredeyse bütün savlar aslında kendinden bir önceki savı çürütmekte ve yerine daha iyi daha temeli gerçekliğe veya hakikate dayalı savlar ortaya koyduğunu iddia etmektedir. Fakat yine felsefe tarihine baktığımızda görüyoruz ki ortaya atılma amacı aynı olan (yani gerçekliği daha iyi algılamamız ve onu ortaya çıkarmamız için ortaya atılan kuramlar veya kavramlar) bütün o savlar aynı kaderi paylaşmaktadır. Hepsi hakikati gösterdiğini ve diğerlerinin aslında yanlış olduğunu söylemekte olup, aslında yine hepsi yanlışlanmakta ve çürütülmektedir. Peki öyleyse ne yapılmalıdır? Şayet kavram üretmek bizleri gerçekliğe ulaştırmaktan ziyade ondan saptırıyor veya bir türlü ulaştıramıyorsa, ondan vaz mı geçmeli ya da başka yöntemler mi bulmalıyız? Açıkçası bu soruya verilebilecek tam bir yanıt yok gibi gözükmektedir. Çünkü bizler ister yaratılış gereği diyelim, ister evrimsel süreçte kazandığımız bir beceri diyelim, bir olaya veya bir duruma anlam vermeden veya başka bir deyişle onu içselleştirmeden devam edememekteyiz. Ama yine de bunca eleştiriye ve negatif söyleme rağmen şunu diyebiliriz ki insan zihni, ne kadar gerçekliği kendince değiştirse ve ne kadar kendince yorumlasa dahi en sonunda bu yaptığını fark eden yine kendisidir. Yani bizler ilk etapta kavramlar ve anlamlar üreterek gerçekliğin dışında bir şeyler söylesek dahi yine aynı bizler bu söylediğimiz şeyin yanlış veya gerçekdışı olduğunu düşünüp yaptığımız yanlışı düzeltebiliriz. İşte insan zihninin diğer hayvanlardan neden daha farklı ve neden daha hayranlık uyandırıcı bir şey olduğunu tekrar görüyoruz. Çünkü bizler tabir yerindeyse neredeyse hepimiz birer tanrı gibiyiz. Yapıyoruz, yıkıyoruz, üretiyoruz, sonlandırıyoruz. Yıkan ve yapan da biziz. Gerçeklik biz ne isek o ve biz varsak bir nevi gerçeklik de var. Belki de bu yüzden gerçekliğe bir şekilde ulaşamıyoruz. Çünkü gerçeklik hali hazırda bizim ürettiğimiz bir kavram veya bir yanılgı olabilir. Peki hal böyle olunca ne yapmalı? Yeni bir kavram mı üretmeli yoksa kavramın kendisini terk edip yeni bir yöntem mi bulmalı? Ya da gerçeklik bir sandığımız gibi bir varış noktası değil de yolun kendisi olduğunu mu kabul etmeli? Bunlar elbette kolayca cevaplanacak sorular değil. Ama metni sonlandırmadan son olarak şunu diyebilirim ki insan zihni, üretmiş olduğu kavramlar veya kuramlar ile varlığından tam olarak emin olamadığımız gerçekliğe bir türlü ulaşamasa bile bizlere bu yaptığı şey ile nelerin gerçek olmadığını gösterip, aynı zamanda dünyaya dair algımızı derinleştirmektedir.

Umarım metin bizleri birazcık rahatsız ederek tekrardan düşünmeye ve tekrardan merak etmeye yönlendirir :)

Sevgilerimle Gürkan.

Paylaş:TwitterLinkedIn